KAPAT
Modern Dünyaya Seyahat
Önemli olanın, varılan yer değil gidilen yol olduğu bir dünyada, 20. yüzyılın başlarında lüks ve romantik maceralara ya da yeni hayallere doğru okyanus aşırı yolculuklara çıkmaya başlayan insanlar, doğru yolu bulmuş gibilerdi. Pek çoğunun modern hayata adım attıkları ilk yer, bir transatlantik yolcu gemisinin güvertesiydi. Modern dünyaya buhar gücüyle yolculuğun hikayesini Zeynep Yener’in kaleminden okuyoruz.
Jules Verne, ilk kez 1871 yılında yayımlanan “A Floating City” romanında, Great Eastern adlı buharlı gemiyi sadece bir deniz taşıtı olarak değil; yüzen bir şehir, kendi içinde bir dünya, insan doğasında var olan tüm duyguların, tüm ihtiyaçlarının karşılığı ile birlikte yer bulduğu bir mikrokozmoz olarak tanımlamıştı.
Yüzen şehir
Fransız sanatçı Adolphe Jean-Marie Mouron ya da bilinen adıyla Cassandre, 1920’li ve 30’lu yıllarda imza attığı afiş tasarımlarında, ufka açılan devasa deniz taşıtları olarak resmettiği gemilerine mecazi anlamlar yüklemiş; buhar gücü ile okyanus dalgalarını aşarak yol alan bu taşıtları, toplumdaki daha büyük çapta bir ilerlemenin simgesi olarak okumak gerektiğinin altını çizmişti. Cassandre’nin afiş tasarımlarında gökyüzü ve denizi birbirinden ayırmak için seçtiği mücevher renkleri de tesadüf değildi. Deniz yolculuğu ile seyahatin altın çağında, transatlantik yolcu gemilerinin promosyonunu yapan bu afişler, renkler aracılığıyla gemi seyahatlerinin ihtişamlı yanını vurguluyordu.
2018 yılında Londra’da, Victoria & Albert Museum’da açılan “Ocean Liners: Speed & Style” adlı sergi de gemi yolculuğu ile seyahatin altın çağını gözler önüne sererken, gemilerin Art Deco stilindeki iç mekan tasarımlarını ve Marlene Dietrich’in 21 Aralık 1950’de Queen Elizabeth adlı gemi ile New York’a geldiği sırada giydiği Christian Dior takım dahil olmak üzere, üst güvertelerdeki yaşam biçimlerini ön plana taşıyarak, lüks ve ihtişama başrol vermişti.
Buhar gücüyle yolculuk
Bugünün tanker ve konteyner gemileri denizlere açılmadan çok önce, buharlı transatlantik yolcu gemileri yeryüzündeki en büyük taşıtlardı. Endüstri Devrimi ile birlikte gelen makine çağının kusursuz sembolleri olarak, hız ve tasarımın buluştuğu bu gemiler, yeni macera ve hayallere uzanan yolculuklara açılırken, Atlantik'i rekor hızda geçen yolcu gemilerine verilen Blue Riband ünvanı için adeta birbirleriyle yarışıyorlardı. Aynı zamanda, dönemin yenilikçi ve modern tasarım anlayışını sergileyen lüks iç mekânlarıyla da bir başka yarışın içindeydiler.
Gel gelelim, transatlantikler her zaman lüks seyahat ile eş anlamlı olmadılar. Bir zamanlar büyük ölçekli göçe aracılık etmiş; 1900-1914 yılları arasında, yaklaşık 11 milyon insan, Avrupa'dan Amerika'ya bu gemilerle göç etmişti. 1921'de ABD’nin göçmenlik düzenlemelerini sıkılaştırması ve gemi şirketlerini daha çok turist piyasasına oynamaya teşvik etmesiyle birlikte yeni bir dönem başlamış; 1920'lerde transatlantik gemilerine ikinci ve üçüncü sınıf kabinler eklenmişti. Gemi yolculuklarını kısmen demokratikleştiren bu gelişme, Avrupa’da bir tatilin hayalini kuran ve yeni yeni zenginleşmeye başlayan Amerikan halkı için fırsat olmuştu.
1900'lerin ilk çeyreğinde, Atlantik ötesi yolcu ticaretinde meydana gelen rekabetçi ortam, gemi şirketlerini zengin turistleri bir kıtadan diğerine taşımak üzere büyük bir yarışa sokmuş; dönemin en büyük iki rakibi White Star Line ve Cunard arasındaki rekabet kızışmıştı. Cunard’a bağlı iki yeni gemi Lusitania ve Mauretania’ya karşılık harekete geçen White Star Line, 10 Nisan 1912'de, İngiltere Southampton’dan New York’a doğru ilk (ve son) yolculuğuna çıkan RMS Titanic ile cevap vermişti. Titanic, havuzu, spor salonu, kütüphanesi, birinci sınıf restoranları, şık ve gösterişli kabinleri ile lüks bir yolcu gemisi olduğu kadar, ABD’de yeni bir hayat aramak üzere denize açılan üçüncü sınıf yolcuları için de yeni hayatlarının vadettiklerini gördükleri ilk yer olmuştu.
1921 yılında, dönemin varlıklı Amerikan ailelerini Avrupa’ya taşımak üzere ilk yolculuğuna çıkan Fransız Compagnie Générale Transatlantique (CGT) şirketine bağlı Paris adlı gemi, henüz yeni filizlenmeye başlayan Art Deco stilinin erken örneklerinden birini sergileyen iç mekânlarında, sinemasına kadar her şeye sahipti. Bir başka CGT gemisi olarak ilk yolculuğuna 1931’de çıkan Atlantique, 137 metre uzunluğunda ve 5 metre genişliğindeki güvertesinde, Paris’in en şık bulvarlarını aratmayacak şekilde lüks butiklerle donatılmıştı ve dahası güvertede bir yerden bir yere araba ile gitmek mümkündü.
SS Normandie ve sonrası
Fransızların gururu olmak üzere Saint Nazaire tersanelerinde inşa edilen ve ilk seferini 1935 yılında yapan SS Normandie adlı transatlantik gemi, gemi yapımı teknolojisinde gelinen son nokta ve modern kültürün sembolüydü. Birinci sınıf yolcu alanları Art Deco stilinin en yeni örnekleriyle dekore edilmiş ve lüksten hiçbir şekilde taviz verilmemişti. Dünyanın bu en büyük transatlantik gemisi, daha önce hiçbir geminin varamadığı hıza ulaşmış olmasına rağmen çok daha az yakıt gerektiriyordu. Dahası, yolcuların güvenliğini artırmak için ticari gemiler tarafından kullanılan radar setlerinden birine sahipti. 139 kez Atlantik’i geçen, bu seferlerin her birinde Ernest Hemingway, Colette, Fred Astaire ya da Walt Disney gibi ünlü konuklarını ağırlayan SS Normandie, 1942 yılındaki ABD’ye yaptığı son seferinden, Fransa II. Dünya Savaşı'na katıldığı için bir daha geri dönemedi.
9 Şubat 1942'de New York’taki Pier 88’de bağlı bulunduğu ve restore edildiği sırada çıkan bir yangın, SS Normandie’nin sonu oldu. Beş buçuk saatlik bir çabanın ardından yangın başarıyla söndürüldü, ancak alevlerden büyük hasar gören gemi, Hudson Nehri üzerinde yan yattı.
Bu kazadan sonra SS Normandie’nin hurdaya alınması, pek çok yönden bir dönemin sonunu işaret etti. Buharlı transatlantik gemiler, jet motorlu kruvaziyer gemileri piyasaya çıkana kadar Atlantik'i geçmek için temel araç olarak kullanılırken, savaş sonrası dönemde sadece birkaç buharlı gemi inşa edilecek ve bunların hiçbiri, Normandie'nin hızı, gücü ya da büyüklüğüne yaklaşamayacaktı.
Son buharlı transatlantik gemisi olan Queen Elizabeth II, 1969'da suya inecek, bununla birlikte çoğu buharlı gemi, turistik geziler için kullanılan kruvaziyer gemilerine dönüştürülmek üzere hizmetten çıkarılacaktı. Bugün sadece bir gemi, eski transatlantik gemilerinin rotasında kalmaya devam ediyor. 2003 yılında suya indirilen Queen Mary II, SS Normandie'nin sunduğu lüks seyahat deneyimini yeniden yaşatmaya çalışıyor.
Suya indirilmeden önce Belfast’taki tersanede gemi kızağında duran Titanic’in pervaneleri (1912)
Fransız sanatçı Cassandre’nin SS Normandie için tasarladığı afiş (1939)
SS Normandie New York’ta (1935-39)
Yazar: Zeynep Yener
Fotoğraflar:
1 - Atlantik sularındaki bir kruvaziyer
gemisinin güvertesinde dinlenen üç yolcuya bir garson tarafından çay ikram
ediliyor. (1920) Fotoğraf: H. Armstrong Roberts
2 - Suya indirilmeden önce Belfast’taki
tersanede gemi kızağında duran Titanic’in pervaneleri (1912)
3 - Fransız sanatçı Cassandre’nin SS Normandie
için tasarladığı afiş. (1939)
4 - Atlantique'in, Art Deco stilinin
örnekleriyle dekore edilmiş birinci sınıf yolcu alanları. (1920)
5 - Marlene Dietrich, New York’a geldiği Queen
Elizabeth’in güvertesinde. (1950)
6- SS Normandie New York’ta. (1935-39)
Yazının
orijinali Galataport İstanbul Post Dergi’nin 1. sayısında yayımlanmıştır.
İlginizi Çekebilecek Diğer Blog Yazıları
Daha Fazlası İçin: GALATAPORT İSTANBUL MOBİL UYGULAMASI
2024 Tüm Hakları Saklıdır. Galataport İstanbul